8 Mart 1850 yılında Amerika’ da işçi kadın ayaklanması sonucunda olaylar çıkmış ve yüzden fazla işçi kadın hayatını kaybetmişti. 1910 yılında Danimarka’nın Kopenak şehrindeki kadınlar toplantısında yaşanan bu acı olayların anısına 8 Mart’ın “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak anılması önerisi getirildi ve öneri oy birliğiyle kabul edildi.
Sevgililer gününde sevgiliye, doğum gününde o gün doğan kişiye, yılbaşında sevilenlere hediye alınır peki ya kadınlar günü olarak kutlanan bu günde acaba ne yapılır? Veya kadının ve erkeğin eşit haklara sahip olduğunu düşündüğümüz bir yüzyılda, kadının hala işkence ve şiddete maruz kaldığının önüne geçilmediği düşünülürse, acaba “erkekler günü” diye bir gün de kutlanacak mı? Veya mağdur kadınların yaşadığı sorunları sadece televizyonlardaki kadın programlarında mı çözülmeye çalışılacak?
Televizyonlara bakıyorsunuz, birbirinin kopyası olan, ilkesiz yayın yapan kalitesiz pek çok program yayını yapılıyor. Hele kadın programları adını verdikleri programlar var ki Türk kadınını her daim ezilen, hor görülen, aldatılan veya aldatan, şahsiyetsiz olarak göstermekten başka bir görevi yokmuş gibi yayın yapıyor. Seyirci olarak programa aldıkları kadınlar öyle görünüyor olabilir belki ancak programlarının tamamını düşük kalitede yayınlamak da taraflı veya belli amaca yönelik olduklarını düşündürmekten başka bir işe de yaramıyorlar. Kendi kültürümüzü unutturmaya çalışanlar var. Aile kurumunun binlerce yıllık gelenek ve göreneklerimiz içinde sarsılmaz bir değer olduğunun bilincinde olarak hala onu yaşatmaya çalışıyoruz. Toplumları bir arada tutan en küçük topluluk olan aile kavramının kendisini bir arada tutan birey de anne yani kadındır.
Eski Türk topluluklarında yazılmış olan destanlardan da anlayabileceğimiz gibi, Türk kadınının erkeğin yanında yer aldığı ve önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir. Türk Altay destanında Tanrı Kara Han’a “yarat” emrini veren, bir kadın olan “Ak Ana”dır. Kırgız destanı Manas’ta ise kadın evin kaderinin ve namusunun koruyucusudur. Kadının sözüne kulak asılmadığı gün kahramanın öleceğine inanılır. Dede Korkut’ta da aile bağına büyük önem verildiği görülmektedir. Aile dışında aşk hayatı görülmez. Devleti yönetirken hatun eşinin yanında oturarak görüşmelere katılır. Kırgızların Cangıl Mırza, Uygurların Nözüğüm, Başkurtların Zaya Tülek, Hakasların Altın Arığ destanlarında baş kahramanlar hep kadındır. Manas’ın hanımı Kanıkey, bozkır kültürünün ideal kadın tipi olarak karşımıza çıkar. Diğer dünya devletlerinin destanlarına baktığımızda kadının aşk unsuru olarak ikinci sınıf, değersiz olarak yer aldığı görülmektedir. Yabancı dillerde bile dikkat edecek olursak kadın ve erkek kelimelerinin karşılığı ayrı kelimelerle ifade edilir. Mesela İngilizce’de birinden bahsederken “he”(o- erkek) veya “she”(o- kadın) derken Türkçe’ de kadın veya erkek olsun cinsiyet ayrımcılığı yapılmaz.
Türkler eskiden hem göçebe hem de yerleşik düzende yaşamışlardır. Göçebe yaşam tarzı hareketli ve aktif olmayı gerektirdiği için kadınlar da akıncı ve avcı tipleri ile daima ön plana çıkmışlardır. Aile bütün toplumlar için daima en önemli kavramlardan biri olmuştur. Türk destanlarının tümünde olduğu gibi Dede Korkut hikâyelerinde aile çok sağlam bir temel üzerine kurulmuştur. Aile kavramı içinde en önemli bir yere sahip olan soyun devamlılığının kaynağı olan, yuvayı yapan, fedakarlık ve sadakatiyle toplum içinde
farklı bir yere sahip olan kadındır. Türk destanlarında görüldüğü gibi kadınlar ata biniyor, kılıç kuşanıyor, ok atıyor, ava çıkıyorlarmış.
Binlerce yıldır kadına verilen değer bir süre Arap kültürünün etkisi ile bir süre unutulmuş iken, Türk kadını atalarına ihanet etmemiş, gücünü ve kuvvetini kurtuluş savaşındaki kahramanlıklarıyla da göstermiştir. Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Hanımlar Cemiyeti çatısı altında Millî Mücadele yıllarının başında, milliyetperver ve vatansever Kastamonulu hanımlar çalışmalarını daha plânlı sürdürebilmek için bir araya gelmişler. Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti yararına gösterilecek bir filmin biletlerini satmak üzere bir komite kurmuşlardır.Bu komitede görev alan hanımlar, muhtemelen Müdafaayı Hukuk Cemiyeti kadınlar şubesinin kurucuları olmuşlardır. Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Hanımlar Cemiyeti’nin Zekiye Hanım’ın başkanlığında gerçekleştirdiği bu faaliyetlerden en önemlisi 10 Aralık 1919 tarihinde düzenledikleri kadınlar mitingidir. Yurdumuzun yabancılar tarafından işgal edilmesini ve oralarda yapılan vahşetleri protesto etmek maksadıyla bir miting yapılması plânlanmış ve bu maksatla miting tertip heyeti kurulmuştur. Bu komitede görev alan kadınlar şunlardır:
1. Zekiye Hanım (Polis Müdürü Halil Bey’in eşi)
2. Kâmuran Hanım (Defterdar Ferit Bey’in eşi)
3. Saime Hanım (Sağlık Müdürü Ferruh Bey’in eşi)
4. Bedriye Hanım (Maarif Müdürü Talat Bey’in eşi)
5. Münire Hanım (Vilayet Mektupçusu Fuad Bey’in eşi)
6. Refika Hanım (Fırka Kumandanı Miralay Osman Bey’in kızı)
7. Neyyire Hanım (Reji Müdürü Ömer Bey’in kızı)
10 Aralık 1919 çarşamba günü Darülmuallimat (Kız öğretmen okulu) bahçesinde üç binden fazla Kastamonu’ lu kadın bir araya gelmiş; ülkemizin işgalini ve yapılan insanlık dışı vahşetleri şiddetle protesto etmiştir.
Tarihte ve günümüzde de göreceğimiz gibi, aydınlanma hep kadınlar sayesinde olmuş ve bundan sonra da kadınlar sayesinde olacak gibi görünüyor. Savaş alanında hep erkekler yer alır, kadınlar savaşmaz. Çünkü kadın doğurgandır, üretkendir . Kazaklar’da kadına verilen değer şu atasözüyle ne güzel anlatılmıştır: “Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik ise kadındır.”
Dünya devletlerinin bazılarında kadınlar hakları için oldukça zorlu mücadelelere girişmişlerdir. Oysa Türkiye Cumhuriyeti’ nde biz kadınlara birçok batı ülkesinden daha evvel haklarımız Atatürk tarafından verilmiş ve hatta adeta sunulmuştur. 1926 yılında Büyük Millet Meclisi tarafından kabulle yürürlüğe giren Medeni Kanun ile, Türk kadınına bin yıl evvel kaybettiği hakların geri verilmesi sağlanabilmiştir. Türk kadınına 1935 yılında dünyada ilk olarak seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Atatürk 1923 yılında Konya’ da yaptığı bir konuşmada;
“Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakar, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim.” demiştir.
Atatürk 30 Mart 1923′ de Vakit gazetesinde yayınlanan bir beyanatında;
“İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?”
Türk toplumu için aile yapısının önemini bilen Atatürk bununla ilgili ;
“Bu millet esas terbiyesini aileden almaktadır. Türk milleti öyle analara sahiptir ki her bir devrin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir. Türk kadını daha büyük nesiller yetiştirmeye kabiliyetlidir.” demiştir.
Atatürk ve Medeniyet
Eski Türk toplumlarında olduğu gibi kadınlar hak ettiği hakları hukuki olarak kanunlarla yeniden elde ettiler belki, ancak ne yazık ki pratikte kafa yapısı örümcek ağı bağlamış olan kişiler cahilliğin sebebiyet verdiği pek çok haksızlık veya şiddeti kadına uygulanmaktan ve bunu kendi hakları olarak görmekten vazgeçmemektedirler. Toplum içinde bir erkek kadını döverken kimse araya girmeye korkar görüntüleri İnternet’ten filim izler gibi izler hale gelmişiz. Cahilliğin, eğitimsizliğin yol açtığı yaralar ne yazık ki tedavi edilmesi güç bir hastalığa dönüşmüş sanki. Dört veya daha fazla kadınla birlikte yaşayıp toplamda kırktan fazla çocuğu olan ve hiç birinin adını bilmeyen cahil adam için sanırım bir gün değil her gün “erkekler günü” olarak kutlanıyor. Eğitimli insanlarımızın ikiden fazla çocuk yapmıyor olması ve eğitimsiz insanların böylesine fazla ürüyor olmasının yakın gelecekte beraberinde getireceği sorunlar da ürkütücü aslında.
Sorunların çözümü yine kadınlar sayesinde olacak gibi görünüyor. Yıllardır kadının başındaki örtü üzerinden siyaset yapmayı pek seven erkekler sorun yaratmaktan başka bir şey yapıyor görünmüyorlar. Ancak sorun kadınların yine gerçeği görerek kendi üzerlerinden siyaset yapılmasına izin vermemesiyle çözülebilecektir. Yoksa eline siyah çarşaf alıp yırtan bundan da büyük zevk duyar eğitimli cahillerin şuursuz davranışları sorunu asla çözemez.
Kurtuluş savaşı ve eski Türk toplumundaki bazı kadın kahramanları da anmadan geçemem. Geçmişimizi bilmeli ve çocuklarımıza öğretmeliyiz ki geleceğimiz varolsun.
Kurtuluş Savaşındaki Kahraman Türk Kadınları
“Kadınlar yükselmezse, alçalır vatan.” Ziya Gökalp
Nene Hatun: (1857-1955)

1877-78 yılında Osmanlı – Rus Savaşında Ermeni çetelerin (Osmanlı vatandaşı) saldırısında Erzurum’daki Aziziye Tabyasının savunulmasında yer almıştı. O sırada 21 yaşında yeni gelin iken tüm halkın savunma için kundaktaki bebeğini evde bırakıp “Seni bana Allah verdi. Ben de O’na emanet ediyorum.” diyerek vedalaştıktan sonra ölen ağabeyinin kasaturasını alarak sokağa fırlamıştı. Tabya yeniden ele geçirilmişti ancak halkın içinde bine yakın yaralı vardı. Nene hatun kendi yarasını bırakmış diğer yaralılara yardım edebilmek için oradan oraya koşturuyordu. Bebeğini evde bıraktığını da unutmamıştı belki, ama yine de gitmemişti. Anadolu’ nun mücadelesi sırasında Nene hatunun adı, yaraları sararak, hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su taşıyarak hizmetten hizmete koşarak destanlaştı. Ancak ne yazık ki sonraki yıllarda unutulmuş olan, 1954 yılına dek sahip çıkılmayan Nene Hatun, bu tarihte 3. Ordu Müfettişi Orgeneral Nurettin Baransel Paşa’nın çabasıyla yeniden hatırlanmış ve kaldığı virane evde kendisine “3. Ordu’nun Nenesi” unvanı verilip, cüz i de olsa maaş bağlanmıştır. 8 Mayıs 1955’te ise Nene Hatun’a “Yılın Annesi” unvanı verilmiştir. Aynı yıl 22 Mayıs ayında zatürre hastalığından vefat etmiştir.
Halide Onbaşı (Edip Adıvar) 1884-1964

Kurtuluş Savaşı sırasında ön saflarda mücadele etmiş bir Türk kadınıdır. 1919’da Sultanahmet Meydanı’ndaki mitingde halkı işgallere karşı uyandırmak için etkili bir konuşma yapmıştır.
Sonrasında ise hakkında tevkif kararı çıkınca eşi ile birlikte 1920 yılında Anadolu’ ya kaçarak Kurtuluş Savaşı’ na katılmıştır. Mustafa Kemal onu Garp Cephesine tayin etti. Kendisine önce “onbaşı” , sonra da “üstçavuş” rütbesi verildi.
Savaşı izleyen yıllarda ise Atatürk ile siyasal görüş ayrılığına düştüğü için eşi Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye’den ayrıldı. Atatürk’ ün ölümünden sonra tekrar Türkiye’ ye döndü. Klasikler arasına girmiş “Ateşten Gömlek”, “Sinekli Bakkal”, “Vurun Kahpeye” gibi pek çok romanı ve hikayeleri bulunuyor.
Nezahat Onbaşı

70. Alay Komutanı Hâfız Hâlid Bey savaş sırasında eşini kaybetmişti. 8 yaşındaki kızı Nezahat’ı kimseye emanet edemeyip savaşta yanında götürmüştü. Nezahat Çanakkale cephesinde muharebe havasına alışmış, mükemmel at binmesini, silah kullanmasını öğrenmiş ve 12 yaşında “onbaşı” rütbesini almıştı. 100’den fazla düşman askeri öldürmüştü.Küçük Nezahat, cephe gerisine kaçmaya çalışan askerlerin karşısına, vatan sevgisiyle dolu büyük yüreğiyle adeta duvar gibi dikilmiş ve bir çocuktan beklenmeyecek muhteşemlikteki şu müthiş sözü haykırmıştır:
“Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz?”Nezahat Onbaşı 30 Ocak 1921 yılında Türkiye Cumhuriyeti İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmesi önerilen ilk vatandaşıdır. Bu öneri TBMM’ de hararetle kabul edilmiş, ancak işleme konulamamış. TBMM’nin “Şükran Belgesi’ne” 78 yaşında bir nine iken kavuşmuştu.
Şerife Bacı

Kurtuluş Savaşı’ nda 1921 yılı Kasım ayında İnebolu’ya savaş malzemesi gelmişti ve bunların bir an önce Kastamonu’ya oradan da Anadolu’ nun iç bölgelerine iletilmesi gerekiyordu.
Cepheye gidemeyip de köylerinde kalan kadınlar menzil komutanlığının malzeme taşıma haberi üzerine kağnılarla yola çıktılar. Bu kadınlardan biri de Şerife Bacı idi.
Şerife Bacı top mermileri ıslanmasın diye kazağını mermilerin üzerine örtmüş, yavrusu ölmesin diye de üzerine abanmış ve bebeğiyle birlikte soğuktan ölmüş.
Fatma Seher Erden ( Erzurumlu Kara Fatma )

1888’de Erzurum’da doğan Kara Fatma Balkan Savaşı’na ve 1. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesinde savaşa katıldı. 1919′ da, Mustafa Kemal’le bizzat görüşebilmek için Sivas’a gitti ve ardından, Milis Müfreze Komutanı olarak Batı Cephesinde görevlendirildi. 300 kişiyi aşkın birliği ile Başkomutanlık Meydan Muharebesinde Mehmetçikle birlikte destanlar yazdı. Kahraman kadın Kurtuluş Savaşı’ndan sonra “üsteğmen” rütbesi ile emekli oldu. Kara Fatma emekli maaşını Kızılay’a bağışladı.
Hayatını cepheden cepheye koşmakla geçirmiş, canı pahasına ülkesini savunmuş olan Fatma Seher Hanım, hayatının son yıllarında -ne yazık ki diğer birçok kahraman gibi- büyük sıkıntılar çekmiş, 1930’lu yıllarda kendisiyle röportaj yapan gazeteci Mekki Sait Bey’e acı ve üzüntü içerinde şunları anlatmıştır.
“İşten bahsediliyor… İş bulamıyorum ki… Kapıcılık, kolculuk bulsam çöpçülüğe de razıyım. Kızımla torunlarıma bakayım.
—Kaç Yaşındasın?
—55 yaşındayım. Askere 24 yaşında girdim. Seferberlikte Kars, Kağızman, Bayazıt taraflarında çalıştım. 275 kişilik bir çetenin reisi idim. İstiklal Harbinde Garp Cephesinin hemen her tarafında bulundum. Bereket Alakaya taarruzunda, sonra Düzce’de eşkıya ile müsademede Sivrihisar’da, birde Değirmendere’de yaralandım. Bunlardan başkan ufak tefek sıyrıklar, çizikler onları saymıyorum. Kızımın parmaklarını da şarapnel kesti. Zavallı yarı deli vaziyettedir. Yetimleri bana kaldı. Çalıştığım sürece amirlerimin takdirlerini kazandım. Bütün sefaletimi unutturan, beni yaşatan bu İstiklal madalyasıdır. Açım ama şerefliyim!

Kadıncağız ağlamaya başladı.
— Bazen çocukların elinden tutuyor ”Şu yetimler aç kalmış ölecekler…” diye torunlarım olduğunu sezdirmeden, onlar için yardım toplamaya çıkıyorum. Ne yapayım siz söyleyin! (Yedigün,9 Ağustos 1933, s.10) Kaynakça: A.Oral, V. Şenel
Halime Çavuş (Kocabıyık)
Anne ve babasının karşı çıkmasına rağmen, Kurtuluş Savaşı’na katılmış olan Halime Çavuş’ u uzun süre Halim Çavuş zannettiler. Erkek gibi traş olup saçını kazıtmış ve Türk askerinin arasına erkekmiş gibi karışmış. Savaş bittiğinde ise üniformasını giymeye devam etti. Savaş sonrası Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’ya çağrıldı. O’nun “ Seni yollamıyorum, bizim kızımız ol” önerisine “Annem babam beni bekler” şeklinde cevap veren Halime Çavuş, “Ben ana-babaya itaatli evlada saygı duyarım” diyen Mustafa Kemal Paşa tarafından çeşitli hediyeler verilerek tekrar evine yollandı ve 75 yaşında ölene kadar maaş bağlandı.
Çete Emir Ayşe, Ayşe Çavuş, Çiftlikli Kübra

Yunan askerinin Aydın’ı işgali sırasında milli mücadeleye katılmışlardır. Emir Ayşe Çanakkale’de ölen kocasından kalan elmas küpelerini bozdurup kendine bir tüfek almış, Ayşe Çavuş ve Çiftlik Kübra gibi dağa çıkmıştı.
Hepsi Yörük Ali Efe’ye katılmıştı. Savaş sonrası Atatürk İstasyon Meydanında Çete Emir Ayşe’nin de aralarında bulunduğu kahramanlara İstiklal Madalyası takmıştı.
Emir Ayşe, “Savaştım Yunana karşı, elimde kalan en değerli şey Atatürk’ün göğsüme taktığı İstiklal Madalyasıdır” demişti.
Tayyar Rahime
Adanalı Rahmiye Hanım 9.Tümenin 1920 yılında Fransızlar ile yaptığı muharebede başlıca görevi keşif ve cephe gerisinde kundakçılık yapmaktı. Osmaniye yakınındaki demiryolu tünelini o patlatmıştı ve bölgedeki düşmanın cephane ikmalini büyük sekteye uğratmıştı. 1920’de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada askerlerde bir duraksama olunca “Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?” demiş karargah kapısına az kala şehit olmuştu. Bundan etkilenen çete üyeleri bir anda karargahı zaptetmişler.
Demirci’li Nazife Hanım
Bigadiç cephesinde savaşan askerlere ekmek götüren Demirci’li Nazife Hanım, Yunan ordusu tarafından gözaltına alınır. Kuvayi Milliye’ cilerin yerini söylemesini isterler. Ancak Nazife Hanım günler süren işkencelere direnir, tek bir bilgi vermez . Direnişi karşısında deliye dönen düşman insanlık dışı bir katliam gerçekteştirerek Demirci’li Nazife Hanım’ı fırına atıp, yakarlar.
Tarsuslu Kara Fatma (Adile Onbaşı)

Yunanlıların Afyon’ u işgali sırasında Milli Mücadeleye katılıp yılmadan düşmanla savaştığı için arkadaşları Adile olsa da ona “Kara Fatma” diyorlardı.
Hafız Selman İzbeli,Gördesli Makbule hanım, Mücahide Hatice Hanım ve İnönü Savaşlarina katılan ve madalya alan 12 kadından isimleri tespit edilenler: Ali kızı Alime, Hacı Osman kızı Fatma, Besim kızı Şükriye, Musa kızı Fatma, Veli Onbaşı kızı Ayşe, Molla İbrahim kızı Fatma, Ali kızı Ayşe, Molla Hasan kızı Fatma ‘ yı ve daha isimsiz binlerce kahramanı rahmetle anmamız , hatırlamamız, bilmemiz ve öğretmemiz gerekiyor. Bu topraklar kolay kazanılmadı. Kadını, erkeği, yaşlısı, genci vatan toprağını savunmak için mücadeleye girmiş ve canını feda etmiş olan bütün atalarımızın ruhunu sızlatmamak için övünülecek hatıralarla dolu geçmişimizi unutmamalıyız. Tarihimizi iyi öğrenmeliyiz. Aksi halde başkaları kendi çaplarında tarih yazmaya girişirler.
Bilim dünyasında Türk kadınlar
Remziye Hisar

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin İlk kadın kimyageri olan Remziye Hisar, Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’nde Marie Curie’nin ders verdiği dönemlerde okudu. Kendi alanında Türkçe ve Fransızca kitaplar yayımladı.
1933 – 1936 yılları arasında İstanbul Üniversitesi’ nde kimya ve fizik doçenti olarak görev yaptı. Daha sonra ‘İTÜ Makine ve Kimya doçentliği görevine başlayan Hisar, 1973 yılında emekliye ayrıldı.
Safiye Ali

İlk Türk kadın doktor Safiye Ali eğitimini 1921 yılında Almanya’da kadın ve çocuk sağlığı üzerine tamamlamıştır.
Güzide Lütfü 1928 yılında İstanbul Barosu’na 1127 sicil numarasıyla kayıt olan ilk kadın avukat idi.
.Sabiha Gökçen

Sabiha Gökçen hem Türkiye’nin hem de dünyanın ilk kadın savaş pilotuydu. Gökçen kendi isteği ve Atatürk’ün izniyle Dersim harekatına savaş pilotu olarak katılarak büyük başarı elde etmişti. 1937’de Fransa’nın, Hatay’ı Suriye’ye devretmeye hazırlandığı yolundaki haberlerden sonra, Atatürk’ün emriyle üniformasını giyen Sabiha Gökçen, Fransız elçisinin önünde havaya üç el ateş etti ve “Hatay’ın vatana katılması için gerekirse silahlanırız” dedi. Bu olaydan sonra Gökçen Atatürk’ün emriyle tutuklandı ve yasa gereği bir gün hapis yattı. Sabiha Gökçen’in çıkışı sayesinde Atatürk’ün planı tutmuş ve Fransızlara gözdağı verilmiş, kararlılık gösterilmişti.
Türk devletlerinde Bazı Kadın Kahramanlar
Tomris Hatun
Milattan önce 6. Yüzyılda Türkistan’da devlet kurmuş olan Saka ve Peçenek Türklerinin hükümdarıydı. Tomris Hatun’ un hükümdarlığı zamanında, İranlıların başında Kirus adında bir hükümdar bulunuyordu. Kirus Tomrisle evlenmek istemiş ancak Tomris bunu reddetmişti. Böylece Kirus Peçeneklere de saldırdı. Türklerin kadın lideri ve İranlıların hükümdarının idare ettiği bu müthiş savaşın sonunda Türkler galip oldu.
Ipar Han (Dilşad Hatun)

Güzelliği ile birlikte kahramanlıkları da dillere destan olan Uygur prensesi Dilşad Hatun Doğu Türkistan Hanı Cihangir Han’ın eşiydi. 1759 yılında Çinliler tarafından işgal edildikten sonra Uygurlar Çinlilere karşı bağımsızlık mücadelesi verdi. Dilşad Hatun, Mançu İmparatoru Chein Lung’un Doğu Türkistan’ı istilasında kocası ile birlikte düşmana karsı savaşarak vatanı müdafaaya çalışmış kahraman bir Türk kadınıdır. Bu mücadelede ne yazık ki Uygurlar yenilmiş ve bir yere sığınmışlardır. Çok eski zamandan beri Çin’ de, yenilen tarafın kraliçe veya prensesleri ile evlenerek düşman ile akrabalık bağları kurma geleneği vardı. Dilşah Hatun’ un güzelliğini duyan imparator onu sarayına getirtmiştir. Cİhangir Han ise öldürülmüştür. Ancak Dilşad Hatun hiç bir zaman imparatorla evlenmeyi kabul etmemiştir. Sarayda imparatora eğilerek selam vermesini söylediklerinde “Biz yalnız Tanrıya secde ederiz. Üstelik o benim düşmanımdır. ” diyecek kadar da onurludur. İmparatorun annesi oğlunu öldüreceği düşüncesi ile bir tuzak kurup Dilşah Hatun’ u öldürtür.
Suyumbike Hatun:

Altınorda Devleti’ nin yıkılması ile kurulan hanlıklardan biri de 1438 yılında kurulan Kazan Hanlığı’dır. Safa Giray Kazan’ ı 1532-1551yılları arasında yönetmiştir. Safa Giray ölünce, yerine oğlu Ötemiş Giray han ilan edilse de, henüz iki yaşında küçücük bir çocuk olduğu için hanlığı annesi Süyüm Bike idare etmeye başlar.
O sırada Kazan da kargaşa ve siyasi istikrarsızlık vardır.Süyüm Bike Rus çarı Korkunç İvan’ a karşı Kazan’ ı başarıyla savunur. Ancak tutsak olmaktan kurtulamaz. Kısa bir süre sonra da Kazan hanlığının sonu gelir.
Şefika Gaspıralı

Türk dünyasında “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” düşüncesini yayan, Türklük bilincinin ve ulusal uyanışın önderliğini yapan gazeteci, politikacı olan Kırımlı İsmail Bey Gaspıralı’ nın kızı olan Şefika Gaspıralı ilk Türk kadın dergisi olan “Alem-i Nisvan” (Hanımlar Dünyası) çıkartmıştır. Babası İsmail bey’ e gazete işlerinde yardım etmiş onun halkla ilişkiler işlerini yürütmüştür.
Rusya’ nın çarlık rejimi altında ezilmiş ve çarfafın altına atılmış Türk kadınlarını için çeşitli mücadelelerde bulunmuştur.
Bu konuda rahmetli Necip Hablemitoğlu ve eşi Şengül Hablemitoğlu’ nun yazmış olduğu “Şefika Gaspıralı ve Rusya’ da Türk Kadın Hareketi” adlı kitapta Gaspıralı’ nın zorlu mücadelesini okuyabilirsiniz.
Rabia Kadir

Rabia Kadir, günümüzde Çin Hükümetinin devam ettirdiği işkenceye maruz kalan Doğu Türkistanda’ ki Uygur Türk’ ü kardeşlerimizin lideridir. 1947 yılında doğmuş olan Rabia Kadir, fakir bir çocukluk geçirdi. Ancak iş hayatına atılmış bir market satın alarak Uygur Türklerine iş imkanı sağladı, Urumçi’de, Müslüman kadınları iş hayatına kazandırmak için, ‘Bin Ana Projesi’ni yürüttü.
Doğu Türkistan’ ın bağımsızlığı için eşi ile birlikte mücadele eden Kadir, Çin Hükümeti tarafından 99 yılında tutuklanmıştı. Çin hükümeti, Türkiye ile ilişkilerinin 5 temmuzda Şincan Uygur Özerk Bölgesi’nin merkezi Urumçi’de yaşanan olaylardan dolayı etkilenmesini istemediğini belirterek, “Kadir’in bir bölücü olduğu” suçlamasında bulundu. 2009 yılı Ekim ayında ülkemizde de yayınlanan “Ejderha Savaşçısı” Rabia Kadir’ in kendi öyküsünü anlattığı kitaptır. Rabia Kadir 3 senedir Türkiye’ den vize almaya çalışsa da ne yazık ki vize verilmiyor.
1858 yılından bu yana kronolojik olarak kadınların haklarını merak ediyorsanız aşağıya bir göz atın:
1858 Arazi Kanunnamesinde mirasın kız ve erkekler arasında eşit olarak paylaştırılacağı hükmü yer aldı. Böylece kadınlar ilk kez miras yoluyla mülkiyet hakkını kazandı.
1858 Kız Rüştiyeleri açıldı.
1869 Kadınlar için ilk sürekli yayın olarak nitelenen (haftalık) Terakk-i Muhadderat dergisi yayımlandı.
1869 Kızların eğitimine ilk kez yasal zorunluluk getiren Maarif-i Umumiye Nizamnamesi yayımlandı.
1870 Kız öğretmen okulu Dar-ül Muallimat açıldı.
1871 Mecellenin (Osmanlı Medeni Kanunu) uygulanması için çıkarılan Hukuk-ı Aile Kararnamesi ile; evlilik sözleşmesinin resmi memur önünde yapılması, evlenme yaşının erkeklerde 18, kadınlarda 17 olması, zorla evlendirmelerin geçersiz sayılması düzenlendi.
1876 Kanun-i Esasi (ilk Anayasa) kabul edilerek temel haklar düzenlendi. Kız ve erkekler için ilköğretim zorunlu hale getirildi.
1897 Kadınlar ücretli işçi olarak çalışmaya başladı.
1913 Kadınlar ilk kez devlet memuru olarak çalışmaya başladı.
1914 Kadınlar tüccarlık ve esnaflığa başladı.
1921 Darülfünunda karma öğretime geçildi.
1922 Yedi kız öğrenci Tıp Fakültesine kayıt yaptırarak eğitime başladı.
Haziran 1923 Nezihe Muhittin’in başkanlığında ilk kadın partisi olan Kadınlar Halk Fırkası’nın kurulması girişiminde bulunuldu. Kadınlara oy hakkı tanımayan 1909 tarihli Seçim Kanunu gereğince valilikçe partinin kuruluşuna onay verilmediğinden dernekleşmeye gidildi.
29 Ekim 1923 Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kadınların kamusal alana girmesini sağlayan yasal ve yapısal reformlar hızlandı.
3 Mart 1923 Tevhid-i Tedrisat Kanunu(öğrenim birliği) çıkarıldı. Böylece eğitim laikleştirilerek tüm eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı. Kız ve erkekler eşit haklarla eğitim görmeye başladı.
17 Şubat 1926 Türk Medeni Kanunu kabul edildi. Kanun ile erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemeler kaldırıldı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanındı. 4 Nisan 1926 tarihli Resmi Gazetede yayıllanan kanun 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girdi.
1930 Belediye yasası çıkarıldı. Yasa ile kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı.
1930 Kadın ve çocukların korunmasına ilişkin ilk düzenleme Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile yapıldı.
1930 Doğum izni düzenlendi.
10 Haziran 1933 Kız çocuklarına mesleki eğitim vermek amacıyla Kız Teknik Öğretim Müdürlüğü kuruldu.
26 Ekim 1933 Köy Kanunu’nun değişiklik yapılarak kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakkı verildi.
5 Aralık 1934 Anayasa değişikliği ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.
8 Şubat 1935 Türkiye Büyük Millet Meclisi 5. Dönem seçimleri sonucunda 17 kadın milletvekili ilk kez meclise girdi, ara seçimlerde bu sayı 18 e ulaştı.
8 Haziran 1936 İş kanunun yürürlüğe girdi. Kadınların çalışma hayatına düzenleme getirildi.
1937 Kadınların yeraltında ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılması 1935 tarihli 45 sayılı ILO sözleşmesiyle yasaklandı.
1345 Analık Sigortası (Doğum Yardımı) 4772 yasa ile düzenlendi.
1949 Yaşlılık sigortasının kadın ve erkekler için eşit esaslara göre düzenlenmesi 5417 sayılı yasa ile sağlandı.
1950 İlk kadın belediye başkanı(Müfide İlhan) Mersin’den seçildi.
1952 Sağlık Bakanlığı bünyesinde ana çocuk sağlığı hizmetleri verilmeye başlandı.
1965 Gebeliği önleyici araçların satış ve dağıtımının serbest bırakılmasının ve tıbbi zorunluluk halinde kürtaj hakkı tanınmasını düzenleyen nüfus planlaması hakkında kanun çıkarıldı.
22 Aralık 1966 Eşit değerde iş için kadın ve erkek işçiler arasında ücret eşitliğini sağlayan 1951 tarihli 100 sayılı ILO sözleşmesi onaylandı.
26 Mart 1971 İlk kadın bakan(Türkan Akyol) atandı.
1975 Birleşmiş Milletler tarafından Mexico City’de 1. Dünya Kadın Konferansı düzenlendi ve bunu takiben 1975-85 yılları arasındaki dönem “Kadın on yılı” olarak ilan edildi.
27 Mayıs 1983 10 haftaya kadar olan gebeliklerin kürtajla sona erdirilmesi ve gönüllü cerrahi sterilizasyon yöntemlerine izin verilmesi Nüfus Planlaması Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle sağlandı. Kürtaj için evli kadınlara kocadan izin alma koşulu getirildi.
1985 Türkiye, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesini(CEDAW) imzaladı ve sözleşme 1986 yılında yürürlüğe girdi.
1985 5.yıllık kalkınma planın’da kadın konusu ilk kez bir sektör olarak yeraldı ve bu konuda politikalar belirlendi.
1987 Devlet Planlama Teşkilatı’nda Kadına Yönelik Politikalar Danışma Kurulu Kuruldu.
1989 İstanbul Üniversitesi’nde ilk Kadın Sorunları Araştırma Merkezi Kuruldu. Bugün üniversiteler bünyesinde kurulan bu merkezlerin sayısı yurt çapında 13’e ulaştı.
24 Ocak 1989 İç İşleri Bakanlığı Kaymakamlık sınavlarına kadınlarında alınacağını açıkladı.
29 Kasım 1990 Kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan Medeni Kanun’un 159. Maddesi Anayasa Mahkemesin’ce iptal edildi. İptal kararı 2 Temmuz 1992 tarih ve 21272 sayılı Resmi Gazetede yayınlandı.
1990 Tecavüz mağdurunu hayat kadını olması halinde cezanın indirilmesini öngören Türk Ceza Kanunu’nun 438. Maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yürürlükten kaldırıldı.
14 Nisan 1990 Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı ilk kadın kütüphanesi ve bilgi merkezini açtı.
1990 Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü bünyesinde, şiddete uğrayan kadınlara ve çocuklara destek hizmeti vermek üzere, ilk kadın konuk evleri açılmaya başlandı. 2000 yılı itibariyle bu sayı yediye yükselirken kapasiteleri 170’e ulaştı.
1990 422 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Kadının statüsü ve Sorunları Başkanlığı kuruldu. 25.10.1990 tarihinde Kadın sorunları konusunda ulusal mekanizma olarak Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü (KSSGM) 3670 sayılı kanunla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına Bağlı olarak kuruldu ve 24.06.1991 tarihinde’de Başbakanlığa bağlandı.
Eylül 1990 Yerel Yönetimler Kadın konusunda özellikle şiddete uğrayan kadınlara yönelik hizmet vermeye başlandı. Türkiye’deki ilk kadın sığınma evi Bakırköy Belediyesi tarafından açıldı.
1990 48.hükümet döneminde ilk kadın vali (Lale Aytaman) Muğla iline atandı.
17-20 Şubat 1992 Birleşmiş Milletler Uluslar Arası Kadının İlerlemesi İçin Araştırma ve Eğitim Merkezinin (INSTRAW) toplantısında, Kadınını Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Türkiye’de kadın konusunda odak noktası olarak kabul edildi.
1993 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı işbirliği ile “Kadının Kalkınmaya Katılımı Güçlendirme Ulusal Programı Projesi” uygulamaya başlandı. Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğünün yürüttüğü proje kapsamında; eğitim programları, araştırma projeleri, pilot projeler ve istatistik/yayın faaliyetleri yürütüldü. 16 Araştırma projesinin yanı sıra pek çok eğitim programı ve pilot proje desteklendi, araştırma projelerinin bir kısmı ve toplumsal cinsiyet temelinde farklı konularda oluşturulan özet göstergeler kitap haline getirildi.
Ayrıca cinsiyete dayalı veri tabanı oluşturulması amacıyla Devlet İstatistik Enstitüsünde Toplumsal Yapı ve Kadın İstatistikleri Şubesi kuruldu.
1993 İstanbul Üniversitesi’nde ilk Kadın Araştırmaları Ana Bilim Dalı açıldı ve yüksek lisans programı vermeye başlandı. Bugün Kadın Çalışmaları Anal Bilim Dalı açarak Yüksek Lisans Programı veren üniversite sayısı dörde ulaştı.
1993 Kadın Dayanışma Vakfı, Altındağ Belediyesinin desteği ile kadın dayanışma merkezini ve kadın sığınma evini açtı.
25 Haziran 1993 Türkiye’nin ilk kadın başkanı (Tansu Çiller) hükümeti kurdu.
5-8 Aralık 1993 Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı ve Ankara Üniversitesi. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi işbirliği ile “Kadın Kimliği Kongresi” düzenlendi. Kongre gündemine; kadın emeğinin biçimleri, siyasette kadın kimlikleri, kadın bedeninin tanınması, kadın imgesinin üretimi ve dolaşımı, sanatın içinden kadın ve kadın örgütlenme biçimleri başlıklı konular oluşturuldu.
1993 Halk Bankası’nca kadınları girişimciliğe özendirmek amacıyla kadınlara özel düşük faizli kredi uygulaması başlatıldı.
1994 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü bünyesinde, şiddete uğrayan kadınlara hukuki ve psikolojik danışmanlık, girişimcilik ve el emeğinin değerlendirilmesi konularında hizmet vermek amacıyla Bilgi Başvuru Bankası (3B) kuruldu.
5 Nisan 1994 Dünya Bankası ve Türkiye Cumhuriyeti. Hükümeti arasında imzalanan ikraz anlaşması gereğince başlayan İstihdam ve Eğitim Projesi’nin alt bileşenlerinden Kadın İsdihdamının geliştirilmesi projesi (KİG) Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce yürütülmeye başlandı. Proje kapsamında onaltı araştırma projesi gerçekleştirildi. Onüçtanesi kitap haline getirildi.
Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nde kitap, makale, tez, seminer, konferans dökümanları ve gazete kesiklerinin derlendiği ve Ankara’nın tek kadın kütüphanesi olarak da nitelendirilebilecek bir Dökümantasyon Merkezi kuruldu. 1000 saydamdan ve web sayfasından oluşan “Kadınlara Görsel Tanıklık” adlı kadın fotoğrafları arşivi oluşturuldu. Kadının çalışma yaşamlarına dair “Kadın Çalıştıkça “ adlı bir belgesel / tanıtım filmi yaptırıldı.
Toplumsal cinsiyet yaklaşımını ana plan ve programlara yerleştirmek için resmi, özel ve sivil toplum kuruluşları çalışanlarına yönelik olarak kullanılması planlanan ve modüler bir eğitim materyali olan Toplumsal Cinsiyet Eğitim Paketi hazırlandı ve pilot uygulamaları yapıldı. Haziran 2000 tarihinde proje sonuçlandı.
1995 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce Dünya Bankası Japon Hibe Fonundan 1993 yılında elde edilen finansman ile ülkemizde kadın girişimcilere sağlanan finans ve finans dışı hizmetlerin neler olduğunu ve kadın girişimcilerin bu hizmetlere ulaşımlarını ortaya koymak üzere bir araştırma projesi olan Küçük Girişimcilik Projesi gerçekleştirildi. Proje kapsamında belli illerde alan çalışmaları yapıldı elde edilen bilgiler kitap haline getirildi.
Şubat 1995 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce gönüllü kadın kuruluşları arasındaki iletişim ve dayanışmayı güçlendirmek, bilgiyi yaygınlaştırmak için ayrı “Kadın Bülteni” çıkarılmaya başlandı. 11 sayı yayımlandı.
08-11 Haziran 1995 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce Sinop’ta sivil toplum kuruluşları ve kamu kurumları temsilcileri, parlementerler, gazeteciler ve akademisyenlerin katıldığı, “Türkiye’de Kadına Yönelik Projelerin Oluşturulması” konulu dört gün süren toplantı düzenlendi. 4. Dünya Kadın konferansı öncesi yapılan bu toplantıda, kurumsallaşma, siyasal alan, çalışma yaşamı kadın sağlığı ve eğitimi konularında kadına yönelik politikalar belirlendi.
17-19 Temmuz 1995 Avrasya ülkeleri kadınları arasındaki işbirliğini geliştirmek, Pekin Konferansında Türkiye ile birlikte hareket edebilmelerine yardımcı olmak amacıyla KSSGM ve Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı Başkanlığı (TİKA) işbirliği ile “Pekin’e giderken; Avrasya Ülkeleri Kadınları İşbirliği Kongresi” başlıklı bir toplantı gerçekleştirildi. Kongrenin sonuç bildirgesinde bir işbirliği gurubu oluşturulması tavsiye edildi. Bu doğrultuda 27-29 Mart 1996 tarihleri arasında Ankara’da “Avrasya Ülkeleri Kadınları İşbirliği Gurubu Birinci Toplantısı” gerçekleştirildi. Toplantıda bu işbirliğinin kurumsallaşması için bir protokol hazırlandı, protokolun yürürlüğe girmesi için yedi katılımcı ülkenin imzasının tamamlanması gerekmektedir.
30 Ağustos – 8 Eylül 1995 Türkiye Pekin’de yapılan ve 189 ülkenin katıldığı 4. Dünya Kadın Konferansı’na katılarak taahhütleri çekincesiz olarak kabul etti.
1996 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce 4. Dünya Kadın Konferansı’nda kabul edilen eylem planı ve taahhütler çerçevesinde kamu kurum ve kuruluşları, Üniversiteler, gönüllü kadın kuruluşları, siyasal partiler, sendikalar, meslek örgütleri ve basının katılımı sağlanarak ulusal eylem planı hazırladı.
1996 Kadın Çalışmaları alanında ilk yüksek lisans diploması İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları Ana Bilim Dalı tarafından verildi.
1996 4. Dünya Kadın Konferansı’nda verilen taahhütler gereğince Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü koordinasyonunda gönüllü kadın kuruluşlarının katılımıyla kadın sorunlarının yoğunlaştığı dört alanda; eğitim, sağlık,hukuk ve istihdam komisyonları oluşturuldu.
29 Haziran 1996 Anayasa Mahkemesi Türk Ceza Kanunu’nun erkeğin zinasını suç olarak düzenleyen 441. maddesini anayasanın eşitlik ilkesine aykırılığı gerekçesiyle iptal etti. 27.12.1996 tarih ve 228600 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan kararda verilen bir yıllık süre içinde yasal düzenleme yapılmaması nedeniyle erkeğin zinası 27.12.1997 tarihinden itibaren suç olmaktan çıktı.
1996 Tarım ve Köyişleri bünyesinde “Kırsal Kalkınmada Kadın Daire Başkanlığı” kuruldu.
1997 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü koordinasyonunda 13 il valiliği bünyesinde “Kadının Statüsü Birimleri” kuruldu.
22 Mayıs 1997 Kadının evlendikten sonra kocasının soyadını almakla birlikte, kendi soyadını da kullanabilmesi Medeni Kanun’un 153. maddesinde yapılan değişiklikle sağlandı.
19 Kasım 1997 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nün önerisi üzerine İçişleri Bakanlığı’nca nüfus cüzdanlarında medeni hal kısmında “evli/bekar/dul/boşanmış” gibi ifadelerin yerine sadece “evli” veya “bekar” ifadelerinin kullanılmasını düzenleyen genelge yayımlandı.
18 Ağustos 1997 Zorunlu temel eğitimin beş yıldan sekiz yıla çıkaran 4306 sayılı kanun yürürlüğe girdi.
13-14 Kasım 1997 Türkiye Cumhuriyeti, amacı uzman bakanların çalışma alanları ile ilgili konularda Avrupa Konseyi faaliyetlerine etkin bir şekilde katılmalarını teşvik etmek olan Kadın-Erkek Eşitliğinden Sorumlu Avrupa Bakanlar Konferansı’nın dördüncüsüne ev sahipliği yaptı. Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce İstanbul’da gerçekleştirilen konferansa Avrupa Konseyine üye 40 ülkeden 38’i katıldı. 176 kişinin katıldığı konferans sonucunda üye ülkelerin eşitlik politikalarına yön verecek bir dekorasyon hazırlandı.
23 Haziran 1998 Anayasa Mahkemesi kadının zinasını suç olarak düzenleyen Türk Ceza Kanunu’nun 440. maddesini anayasanın eşitlik ilkesine aykırılığı gerekçesiyle iptal etti. Gerekçeli karar 13.03.1999 tarih ve 23638 sayılı Resmi Gazetede yayımlandı.
17 Şubat 1998 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun yerini almak üzere Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan Türk Medeni Kanun Tasarısı Adalet Bakanlığı ve Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nün ortaklaşa yaptığı bir toplantı ile kamuoyunun bilgisine sunuldu.
21 Ekim 1998 Adalet Bakanlığı, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, ve kadın kuruluşlarının oluşturduğu gündem sonucunda bekaret kontrolünün, ancak takibi şikayete bağlı suçlarda, mağdurun rızası alınarak, ırza geçme gibi re’sen takip edilen suçlarda ancak hakim kararı ile gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise Cumhuriyet savcısının yazılı izni ile yapılabileceğini düzenleyen bir genelge yayınladı.
1998 İçişleri Bakanlığı’nca nüfus cüzdanlarında yapılan düzenlemeye paralel olarak Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü’nce verilen dul ve yetim tanıtım kartlarındaki “Emekliye Yakınlığı” bölümünde yer alan “dul kadın vb. “ ifadelerin yerine sadece “eşi, kızı, oğlu, annesi, babası” gibi ifadelerin kullanılması sağlandı.
1998 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin ana hedefleri çerçevesinde Türkiye’de kadının durumunu değerlendirmek amacıyla bir Araştırma Komisyonu kuruldu ve hazırlanan rapor kitap olarak Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce yayımlandı.
17 Ocak 1998 Aile içi şiddete uğrayan kişilerin korunması için gerekli tedbirlerin alınmasını düzenleyen 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlüğe girdi.
1998 Gelir Vergisi Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle aile reisinin beyanname vermesi esası kaldırılarak kadınların kocalarından ayrı olarak beyanname vermesi sağlandı.
20 Mart 1999 Barolar bünyesindeki Kadın Hakları/Hukuku Komisyonları arasında koordinasyonu sağlamak amacıyla “Türkiye Barolar Birliği Kadın Hakları Komisyonları Ağı /TÜBAKKOM)” kuruldu. Giderek artan komisyonların sayısı 2001 yılı itibariyle kırk civarındadır. TÜBAKKOM bünyesindeki Kadın Danışma Merkezlerinin kurumsallaşmış olarak sayısı iki olmakla birlikte pek çok komisyon danışma hizmetleri de verilmektedir.
Eylül 1999 Türkiye, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığı Önleme Sözleşmesi’ni onaylarken koyduğu aile hukukunu ilgilendiren 15 ve 16. maddelerine ilişkin çekinceleri kaldırıldı.
1999 Kadın erkek eşitliği açısından önemli değişiklikler içeren Medeni Kanun Tasarısı hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu.
16 Aralık 1999 Kadınların yaşadığı ayrımcı uygulamaların giderilmesine yönelik kurumsal mekanizmaların oluşturulması çalışmaları çerçevesinde Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve Norveç Büyükelçiliği ile “Eşitlik Ombudu Ne Kadar İşlevsel? Norveç Deneyimi” konulu bir konferans düzenledi.
01 Mart 2000 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce yapılan çalışma çerçevesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde “Kadın Erkek Eşitliği Daimi Komisyonu” kurulmasına dair hazırlanan teklif, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonunda görüşülerek, anılan Komisyon yerine “Kadın Erkek Eşitliğini İzleme Kurulu” kurulması yönünde karara varıldı. Kurulun oluşturulması TBMM içtüzüğünde değişiklik yapılmasına dair çalışmaların tamamlanmasını beklemektedir.
16 Mayıs 2000 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve İstanbul Barosu Kadın Hakları Komisyonu işbirliği ile Avrupa Birliğine uyum sürecinde toplumsal cinsiyet eşitliği açısından Anayasanın değerlendirdiği “Avrupa Birliğine Giriş sürecinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Kadın Erkek Eşitliği Politikaları” konulu panel düzenlendi.
5-9 Haziran 2000 Türkiye, Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu sonuçlarının değerlendirilmesi, tam olarak uygulanmasının sağlanması, yeni eylem ve girişimleri belirlenmesi amacıyla New York’ta yapılan “Kadın 2000:21. Yüzyıl için toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kalkınma ve Barış” konulu Birleşmiş Milletler Genel Kurul Özel Oturumuna katıldı. Türkiye tarafından teklif ve diğer araçlarla olumlu ayrımcılık politikalarının geliştirilmesi, erken ve zorla evlendirme ile namus cinayetlerinin kadınlara yönelik şiddet türleri arasında yer almasının yanısıra diğer temel konulardaki önerilerin Sonuç Belgesinde yer alması sağlandı.
8 Eylül 2000 Ek İhtiyari Protokol Türkiye tarafından imzalandı. Onay aşaması için Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündemine alındı. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin daha etkin bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan ek ihtiyari protokol ile sözleşmenin devletler tarafından ihlali durumunda kişilere ve kişilerden oluşan guruplara başvuru hakkı tanımakta ayrıca uygulamaları denetlemek üzere Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi (CEDAW) Komitesi yapılacak şikayetleri kabul etme ve inceleme yetkisi tanınmaktadır.
26 Ekim 2000 Kadına yönelik uluslar arası sözleşme ve konferanslarda, eşitlikçi bir toplumsal yaşamın gereği olarak vurgulanan ders kitapları ve müfredatın eğitimin ilk basamağından başlayarak cinsiyetçi öğelerden ayıklanması hedefi doğrultusunda Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce “ Eğitim Materyallerinde Cinsiyetçi öğeler” konulu panel ile “Ders Kitaplarında Cinsiyetçilik 1928’den Günümüze” konuşlu fotoğraf sergisi düzenlendi. Toplantıya ilişkin dokümanların derlendiği “ Eğitim Materyallerinde Cinsiyetçi öğeler” adlı kitap ile ayrıca “ Ders Kitaplarında Cinsiyetçilik” adlı bir araştırma kitap olarak yayımlandı.
24 Kasım 2000 Ülkemizde giderek artmakta olan töre cinayetlerine karşı kamuoyu oluşturmak üzere “ 25 Kasım Kadınlar Karşı Şiddete Hayır Günü” nedeniyle Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve Şanlıurfa Valiliği işbirliği ile “ Kadına Yönelik Şiddet” konulu bir panel düzenlendiği panel resmi düzeyde töre cinayetlerine karşı duruşun zeminini oluşturdu.
17 Şubat 2001 Türk Medeni Kanunu’nun yıldönümü nedeniyle TBMM Adalet Komisyonunda görüşülmekte olan Medeni Kanun Tasarısının eşitlikçi özünün korunarak yasalaşması için Kadının Statüsü ve Sorunları ve Genel Müdürlüğü ve kadın kuruluşları tarafından kamuoyu oluşturma faaliyetlerinde bulundu. Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce “ Türk Medeni Kanunu’nun Kabulünün 75.Yıldönümü 2001 Gündemimiz : Tasarının Yasalaşması” konulu, tasarı ile öngörülen değişiklerin değerlendirildiği bir panel gerçekleştirildi.
Kadın dernekleri ve diğer sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile “Medeni Yasa Tasarısı İçin Hep Birlikte” yürüyüşü gerçekleştirildi.
16 Mayıs 2001 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce, Kadın – Erkek Eşitliğini Ana Plan ve Politikalara Yerleştirme Stratejisini benimseyen ülke örnekleri konusunda bilgilenmeyi sağlamak üzere Hollanda Sosyal İşler ve Çalışma Bakanlığı Devlet Sekreteri’nin deyimlerini aktardığı “ Kadın – Erkek Eşitliğini Ana Plan ve Politikalara Yerleştirmek: Hollanda Deyimi” başlıklı bir konferans düzenlendi.
22 Kasım 2001 Yani Türk Medeni Kanunu’nun TBMM tarafında kabulü .
1 Ocak 2002 Yeni Türk Medeni Kanunu’nun Yürürlüğe girmesi,
30 Temmuz 2002 CEDAW Ek İhtiyarı Protokolünün onaylanması.
Aile Mahkemeleri.
Kaynaklar:
TÜRK DESTANLARINDA TİPLER VE MOTİFLER- Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI, Destanlar, Ürün Yay. Ank. 2007, s. 50-69
İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DESTANLARININ BİLİM VE KÜLTÜR HAYATINA ETKİSİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER Yard. Doç. Dr.Ali YAKICI
http://www.istanbulbarosu.org.tr/
Nuriye Atabey, Yeniçağ Gazetesi