
Öğlen vaktine doğru alışveriş için evden çıkmışsınız. Baharat almak için yan yana duran iki aktardan birine giriyorsunuz. 100 gr. kekik almak istediğinizi söylüyorsunuz kasadaki görevliye. Ve size şöyle karşılık veriyor: ” Hanımefendi, yanımızdaki komşu aktar bugün için hiç siftah yapmadı, bizdeki baharatlardaki kaliteyi bulabileceğinizi garanti ederim. Bu yüzden lütfen komşumuzdan alışverişinizi yapar mısınız?”…
Böyle bir şeyi duymak, şimdilerde masallardaki kahramanların konuşmaları gibi gelebilir kulaklarımıza. Oysa ki, bu tip olaylar eskiden pek çok kez yaşanırmış. “Ahilik geleneği” sayesinde , Türk toplumunu bir arada tutan saygı ortamı yaratılmış, kültürümüz bu gelenek yardımı ile zenginleşmiş ve nesillere aktarılmıştır.
Geçtiğimiz hafta 13-19 Ekim tarihleri arasında “21. Ahi Evran Anma Haftası” sebebiyle Kırşehir’ de etkinlikler düzenlendi. Ahilik ile ilgili çeşitli illerde paneller düzenlendi, konuşmalar yapıldı. Gazetelerden okuduğumuz kadarı ile, devlet büyüklerimiz de “esnafın birbirine bağlı ve kollayıcı olmasından dolayı krizleri atlattığı” konularına değinmişler. Ancak ne yazık ki her şey sözlerde, harflerin arasında kalıyor kanımca.
Esnafın kendi arasındaki bağı çok iyi bilmiyorum, ancak her yaptığım alış-verişte güler yüzüne veya samimiyetine inandığım bir mağazadan bir ürün alıp, sonrasında bozulması ve geriye döndüğümde o gülümseyen yüzün artık sonsuza dek gülmez maskesi takınma zorunluluğuna şahit olmak benim esnafa olan güvenimi sarsmıştır. Yazımın en başında verdiğim geçmişteki yaşanmışlıkları bıraktım, güler yüzlü, müşterisine saygılı ve onu doğru yönlendiren, mağazasına mümkünse çin malı sokmamış olan bir esnaftan alışveriş yapsam ona şaşırır haldeyim.
Yani fikrimce, ahilik geleneğini bizler çoktan müzeye kaldırmışız. Geriye kalanlar sadece kelimeler. Esnaf arasında yaygınlaştırılan ve “Ahi Evran” tarafından başlatıldığı var sayılan bir örgütlenme haline gelen ahilik geleneği, Türk toplumu arasında halkın “imece” usulü olarak iş yapmaya alışmasından dolayı yadırganmamış, aksine hızlı bir şekilde yayılmıştır. Gerçek adı “Şeyh Nasuriddin Mahmud El Hoyi ” olan “Ahi Evran” 1205 yılında Anadolu’ ya gelmiş ve Alaaddin Keykubat’ a ahilik geleneğini içeren fikirlerini sunmuştur. 30 yıl kadar kısa bir sürede ahilik tüm esnaf tarafından benimsenmiş ve yayılmıştır. Birlik içinde kenetlenen halk iş hayatında ahilik, sosyal hayatında imece usulü ile güçlenmesi çok normaldir. Bu kuvveti içeriden bozukluk olmadıkça da dışarıdan kimseler çözemez elbette.
Oysa şimdilerde ne oldu da geçmişimizde , sadece 803 yıl öncesinden değil daha da öncesinden beri sahip olduğumuz değerlerimizi unutmaya daha kötüsü yok saymaya başladık. “Ahilik” kelimesini dahi duymayan yeni nesilden çocuklarımızın olabileceği ihtimali dahi insanı üzmeye yeter. Ve maalesef özellikle iş hayatında görünen odur ki, herkes yaşına veya tecrübesizliğine bakmadan, sadece adı meşhur okullardan mezun olduğu için kendisini hayat bilgini sanıyor. Kendisinden yaşça büyük belki de ömrünü aynı işe adamış olan büyüklerine saygısızlık eden, burun kıvıran ve yaptığı bu saygısızlığı dahi batılılaşma olarak algılayabilen yaşı küçük nesillerimiz maalesef sayıca artmaktadır.
Geçen sene ,Osmanlı döneminde bakırcılar çarşısı ve bakır işçiliği ile ün salmış olan Kastamonu’ da, şimdilerde sayıları çok azalan ustalardan 83 yaşındaki Ahmet Ortaakarsu ile konuşmuştum. O da mesleğini öğrenirken yaşadığı zorluklardan, ustasına duyduğu saygıdan bahsetmiş ve yeni neslin vurdum duymazlığından yakınmıştı. Yani unutmak için sadece 2 nesil mi gerekmişti???
Ahilikte zanaatkarlar sıralamasına bakalım:
* Yamak
* Çırak
* Kalfa
* Usta
“Ailesi tarafından “yamak” olarak “usta”nın yanına verilen çocuk bu basamakları kısa sürelerde almazdı. Yamak , çırak olmadan kalfa olamazdı. Kurallara uymayan da ailesine geri gönderilirdi.” diye yazan kitapları, bakırcı Ahmet usta da onaylamıştı. Ailesinin bir meslek öğrenmesi için onu bakır ustasının yanına verdikleri günü de, ustasını dinlemediği zaman aldığı cezaları da tüm çileleri gayet iyi hatırlıyor.
Kendi çocukluğumu düşünüyorum, mahallemizi, komşularımızı…Yok ben de gördüm ve yaşadım bu paylaşımı eskiden. Ama ne benim çocuklarım de de torunum bunları yaşamayacaklar artık. Yaşayamayacaklar ne yazık…Kısa bir süre içinde tamamlanmasını tasarladığım kitabımda anlatacağım tüm bu hatıralar, kitap sayfalarında kalıp, hayallerimizin bir kenarında gizlenecekler sanırım. Şimdiki zaman o kadar kırıcı ve acımasız ki, geçmiş hatıralar bile hatırlanmaya korkar hale geldi artık.
Sitemizi takip edenler, çekimlerimizi izleyenler çok iyi bilirler, her zaman komşuluk ilişkilerinden, ailenin öneminden bahsedip durmuşumdur. Saygı, hoşgörü ve sevgi toplum yaşamında el üzerinde tutmamız gereken özelliklerimiz olması gerekir. Aksi halde saygı ortadan kaldırıldığı zaman tüm dengeler bozulur, evlilikler dağılır, ticaret kirlenir, arkadaşlıklar bozulur ve saygıyı arkadan takip eden diğer değerler de çözülür. Sadece kendi çocukluğum ile şimdiki yaşantıyı karşılaştırdığımda bile bozulmayı görebiliyorum.
Ancak hatırlatmaktan yine de bıkmayacağım. Mutlaka birileri yalnız olmadığını görerek , yaşamında gösterdiği “saygı” duruşuna yeniden sahip çıkacaktır. Ona başlı kalarak çocuk yetiştirecek veya iş yaşamında ise saygıya bağlı kalarak birilerini etkileyecektir. Ve farkedilmez ve hissedilmeyen unutulmuşlarımız yeniden elimize alıp sıkı sıkıya tutunacağımız günler de gelecektir.
Aşçılık camiasında ahilik geleneği

Ahilik geleneğinin aşçılık camiasında da unutulduğunu görmekteyim. Yeni mezun genç aşçı adayları ( okulda aday adayı idiler ) , bir de yabancı dil biliyorlar ise, kendilerinden yaşça büyük olan ve bu mesleğe ömrünü vermiş ustalarına karşı saygısızlığı kendilerine hak görebilmekteler. İnternet’ ten araştırılıp öğrenilen ve akabinde pişirilen bir Fransız mutfağından “sipesiyal “( özel ) in genç aşçıyı büyük aşçı, kendi deyimleri ile “executive chef” ( aşçıbaşı) seviyesine yükselmesini sağlayabilmektedir. Fransız mutfağı ve İtalyan mutfağına söz söyletmeyen bu genç nesil aşçı adayları veya biraz daha uzun süre mutfakta çalışan aşçılar, yurt dışını da görme fırsatını ! elde ettikten sonra , dünyayı yeniden keşfediyor hissine kapılıyorlar sanıyorum ve Türk mutfağını bir kenara itip onu yok sayarak seviyelerini biraz daha yükseltiyorlar. Eh tabi günümüzde basın da yeterince kirlenmiş. ” Unu havaya at, yağı konuğuna fırlat, pop müzik kulağına gelirse göbek at, aralarda tavayı zıplatarak içindekileri tavana yapıştır” gibi komutlar alarak garip yemek programları yağan aşçıları ve onların Türk mutfak kültürüne yaptıkları saygısızlıklara hiç girmiyorum bile.
Ve sonra ne oluyor biliyor musunuz?
Bu garip özenti içinde, geçmişi ile barışık olmayan, saygısız genç nesil çoğaldıkça, güney sahillerinde ” herşey içinde” projesi dahilinde, sabit ücret ödeyerek, kalitesiz, damak zevki olmayan yabancı turiste kalitesiz hizmet ve özünden çok uzaklaşmış bir mutfak sunmuş olunuyor. Her sene Paris’ e gidip sadece Eyfel kulesini ziyaret eden turist sayısının 70 milyon olduğu gerçeğini hatırlayacak olursak, bizim tüm Türkiye’ ye gelen bir kaç milyon turiste sevinmemiz de çok anlamsız oluyor.
Genç aşçılar, ahilik geleneğinden gelen temel saygı kurallarını yeniden hatırlamaları gerekiyor. Merhum Aydın ustayı ve daha bizlere isimleri ulaşmayan daha pek çok rahmetli aşçıbaşımızı da saygıyla anmamız gerekiyor. Nerdeyse ahilik geleneğini yaşatmayı başarabilmiş son ustalarımızdandı kendisi. Ancak vefat ettikten sonra ortalık kolaycılara kalmış gibi görünüyor. Aydın usta yaşarken izin vermediği bu düzensizlikler ne yazık ki, ölümünden sonra diğerlerine kalmış durumda. Şimdilerde ise ortamda öylesine bilgi kirliliği ve yemek kültürümüzü yozlaştırma çalışmaları var ki, çoğu zaman kelimelere dökemeden şaşkınlık içerisinde izliyorum. Bazen de şaşkınlıktan halim kalırsa birkaç şaşkın dostumla birlikte insanların para uğruna, egoları peşinden giderek komik hallere gelişlerini izliyoruz, gülüyoruz. Ve işte ahilik geleneğini unutan bizler, kendi ülkemizde, pek çok yemek panelinde , yurtdışından getirtilen yabancı yemek yazarlarından “Türk mutfağı” veya “Osmanlı mutfağı” nı dinler buluyoruz kendimizi. Veya da aşçılık öğrencileri, ödevleri için kaynak olarak hep yabancı yazarların kitaplarını aralamak zorunda kalıyorlar.
Bakın “Pabucunu dama atmak” deyimi nereden geliyor;

Vaktiyle ayakkabıcılık yapan bir esnaf müşterisine bir pabuç yapmış. Pabuç sağlam olmayıp, kusurlu çıktığı için, müşteri gidip Ahilik teşkilatının yetkili kurullarına şikâyette bulunmuş. Yetkililer durumu incelemiş ve müşterinin haklı olduğuna karar vermişler. Teşkilat, müşterinin zararını tazmin edip kötü mal imal eden ayakkabıcının pabucunu dama atmışlar.

Son olarak, kişiyi yamaklıktan ustalığa giden yolda olgunlaştırmaya çalışan Ahi kurumunun görgü kurallarını da hatırlatmak istiyorum, hatırlamak isteyenlere:
– İyi huylu ve güzel ahlâklı olmak,
– İşinde ve hayatında, kin, çekememezlik ve dedikodudan kaçınmak,
– Ahdinde, sözünde ve sevgisinde vefalı olmak,
– Gözü, gönlü ve kalbi tok olmak,
– Şevkatli, merhametli, adaletli, faziletli, iffetli ve dürüst olmak,
– Cömertlik, ikram ve kerem sahibi olmak,
– Küçüklere sevgi, büyüklere karşı edepli ve saygılı olmak,
– Alçak gönüllü olmak, büyüklük ve gururdan kaçınmak,
– Ayıp ve kusurlarını örtmek, gizlemek ve affetmek,
– Hataları yüze vurmamak,
– Dost ve arkadaşlara tatlı sözlü, samimi, güleryüzle ve güvenilir olmak,
– Gelmeyene gitmek, dost ve akrabayı ziyaret etmek,
– Herkese iyilik yapmak, iyiliklerini istemek,
– Yapılan iyilik ve yardımı başa kakmamak,
– Hakka, hukuka, hak ölçüsüne riayet etmek,
– İnsanların işlerini içten, gönülden ve güleryüzle yapmak,
– Daima iyi komşulukta bulunmak, komşunun eza ve cahilliğine sabretmek,
– Yaradandan dolayı yaratıkları hoş görmek,
– Hata ve kusurları daima kendi nefsinde aramak,
– İyilerle dost olup, kötülerden uzak durmak,
– Fakirlerle dostluktan, oturup kalkmaktan şeref duymak,
– Zenginlere, zenginliğinden dolayı itibardan kaçınmak,
– Allah için sevmek, Allah için nefret etmek,
– Hak için hakkı söylemek ve hakkı söylemekten korkmamak,
– Emri altındakileri ve hizmetindekileri korumak ve gözetmek,
– Açıkta ve gizlide Allah’ın emir ve yasaklarına uymak,
– Kötü söz ve hareketlerden sakınmak,
– İçi, dışı, özü, sözü bir olmak,
– Hakkı korumak, hakka riayetle haksızlığı önlemek,
– Kötülük ve kendini bilmezliğe iyilikle karşılık vermek,
– Belâ ve kötülüklere sabır ve tahammüllü olmak,
– Müslümanlara lütufkâr ve hoş sözlü olmak,
– Düşmana düşmanın silahıyla karşılık vermek,
– İnanç ve ibadetlerinde samimi olmak,
– Fani dünyaya ait şeylerle öğünmemek, böbürlenmemek,
– Yapılan iyilik ve hayırda hakkın hoşnutluğundan başka bir şey gözetmemek,
– Âlimlerle dost olup dostlara danışmak,
– Her zaman heryerde yalnız Allah’a güvenmek
– Örf, adet ve törelere uymak,
– Sır tutmak, sırları açığa vurmamak,
– Aza kanaat, çoğa şükür ederek dağıtmak,
– Feragat ve fedekarlığı daima kendi nefsinden yapmak
Bunları yapabilmek demek, kişinin kendi nefsini toplum ihtiyaçlarından daha geride tutmayı başarmak anlamına gelir ki, bu da zaten kişiyi iyi bir esnaf olmanın yanı sıra, erdemli bir insan haline de getirir.