Yaz mevsimi biterken Anadolu’da annelerimizi bir telaş alır. Kış için hazırlıklara başlanır. Sebze kuruları hazırlanır, salçalar yapılır, özümüz olan tarhana çeşitleri hazırlanır, keş kurutulur, turşular kurulur, reçel, marmelat, eğşi ve erişte çeşitleri hazırlanır.
2009 yılında ramazanın yaz sonuna denk gelmesi nedeniyle mutfakta kullanılacak kışlık yiyeceklerin hazırlığına erken başlandı. Biber, patlıcan, kabaklar iplere dizildi. Turşular kuruldu. Komşuluğun azda olsa yaşanır olduğu yörelerde hanımlarla bir arada erişteler kesilmeye başlandı. Salçalarımı hazırladım ve domates sularını şişeledim bir kaç gün evvel. Ortalık domates ve biber kokuları ile doldu. Bahçesi müsait olan evlerde odun ateşinde yapıyorlar bu hazırlıklar.
Ramazan için süt, yumurta, az tuz ve un ile yoğrulan hamurdan yapılan böreklik yufkalar pişiriliyor. Sac üzerinde pişirilen ve üst üste dizilen yufkalar yeneceği zaman su damlaları ile ıslatılarak yumuşatılıyor. Bir kaç evin yufkası hanımların bir arada çalışması ile ortaya çıkıyor. Bir kaç kişinin yardımlaşması ise yüzlerce yufkanın hazırlanmasını sağlıyor. Aynı hamurdan hazırlanan ve börek yufkasından daha ince açılan yufkalar aynı zamanda tatlı yapımında da kullanılıyor. Üzerine sıcak süt serpilerek güllaç şeklinde hazırlanan bu tatlı oldukça hafif ve mideyi yormadığı için ramazanda tercih edilen bir tatlı ,kimi yörelerde. Akçakoca’ ya gittiğimizde sütlü yufka çekimini gerçekleştirmiş ve sitemizde yayınlamıştık.

Kış hazırlıklarımız bu kadarla kalmadı elbette; Bahçemizden topladığımız erik ve şeftali,karadut, pazardan aldığımız kayısı ve kızılcık ile ramazan için komposto hazırladım ve kavanozlara doldurdum. Şimdilik sadece erişte hazırlanması kaldı. Bir kaç gün dinlenmenin ardından erişte kesmeye de başlayacağız.
Hazırlıklarım sırasında pazardan bolca çeşitli cinste domates aldık. Hem ucuz hem de sera olmaması dolayısiyle mevsiminde yetişen domatesin kış için salça, su veya rende olarak hazırlanması önemlidir. Kışın tezgahlarda yer alan domateslerin sera domates olmasından dolayı onları yemeyi tercih etmiyoruz. Artık hiç bir şey masum değil. Domatesin seralarda yetişeni için farklı gübre ve farklı yetiştirme tekniği kullanmaları yetmezmiş gibi bir de bizleri İsrail tohumlarına bağımlı hale getirecek soysuz tohumlar ( bu tohumlardan yetişen sebzelerin tohumları ekilemiyor, bundan dolayı devamlı üreticilerden tohum almak gerekiyor, bu üreticilerin gıdaların genetiğini değiştirmesi de cabası) kullanıyorlar.
Geçen gün Dikili pazarına gittiğimde yanyana duran iki kasadaki domateslerin farkını sordum. Biri diğerinden daha parlak görünüyordu. O domateslerin yabancı tohum ile üretilen domatesler olduğunu öğrendim. Yerli tohumdan üretilen domates ise pazarcının söylediğine göre daha az lezzetliymiş ve ben yabancı olanı tercih etmeliymişim. Nerdeyse yerli domateslerden utanç duyuyor gibiydi. En son köye gittiğimde taze yoğurt yapmak yerine, dayanma süresinin uzun olmasından dolayı hazır yoğurt tercih eden köyde yaşayan imamın hanıma rastladığımda da bu kadar şaşırmıştım.
Eğitim şart diyoruz ama nereden başlanacak acaba? İpin ucu çoktan kaçırdık mı ? Bir yerlerde büyük başlar! planını seneler önceden yaptı ve artık oyunun sonunda mıyız ki? Veya …

Dikili pazarın sadece 2-3 kişi “pembe domates” yetiştiriciliği yapıyor. Bu domatesin lezzetini bilenler sabah erken saatlerde bu domateslerden almak için pazara gelirler. Bol olmasına karşın fiyatı pahalı olan pembe domatesler ince kabuklu olmasından dolayı taşınma sırasında ne yazık ki dayanıklılık gösteremezhemen ezilirler. Nakliye sırasındaki bu zorluktan dolayı çiftçiler bu domatesi yecekleri kadar yetiştirirler pazarda satmak için tercih etmezlerdi . çünkü satışa taşınmaya yola dayanıklı pek para kazanmıyorlardı.Son senelerde moda oldu onun parası da iyi üreticiler bunu fark edince bol ekimi yapılır oldu pazarlarda bulunur oldu.
Pembe domates hassas ve ince kabuklu, bol sulu, limona ihtiyaç duymadan salatası yapılır, söğüş doğranarak üzerine Dikili’ nin doğal sağlıklı zeytinyağı bolca gezdirilir, Bergama tulumu veya Dikili keçi peyniri,taze ekmek ile nefis bir öğün olur size.
Bu hafta domates püre,suyu,sos, hazırlığı için pazardan Çanakkale domatesi, salçalık uzun domates ve pembe domates ve salçalık biber satın aldım. Hazırlıklar için domatesleri doğramaya başladım. Kasalardan birisinin yarısına gelmiştim ki ortadan ikiye kestiğim domatesin üzerinde kabuk kısmına doğru beyaz kılçıklı damarlar gördüm. Daha önce normal domateslerde pek çok kez gördüğüm bu kılçıkların hormon belirtisi olduğunu bildiğim için, bu defa pembe domatesteki kılçıklar beni oldukça şaşırttı. Genetiği değiştirilmeden üretilen hatta kentlerde pek çok kişinin balkonunda yetiştirdiği bu domateslerin de mi içine fesat karıştırmayı başardılar? Söz konusu para olunca insanlar bazı değerlerini unutuyorlar artık. İsrail tohumlarından yetiştirilen soysuz tohumlu domateslere çok güzel seçenek oluşturabilecek olan pembe domatesler eğitimsiz çiftçiler tarafından yetiştirilirse sonuç bu şekilde olur demek mi gerek?

Daha önceki senelerden çiftçilik yapan ziraatci dostun domateslerin hormonlu mu hormonsuz mu olduğunu anlamamız için göstermiş olduğu teknikler ve anlattıkları geldi aklıma. Biz alışveriş yapan ebevenylerin sebze ve meyve alırken nelere dikkat etmemiz hususunda bilgilendirmişti bizi. Domateslerin kabuk tarafına doğru yer alan kılçıklar domatesin hormonlu olduğunun işaretiymiş. Domates püresi hazırlığı sırasında ortasından kestiğim pembe domates te kabuklara doğru kılçıklarla dolu idi. Kokusu ve tadı da diğerlerinden farklıydı. Bir sonraki hafta pazara gittiğim zaman pembe domatesleri aldığımız üreticiye soracaklarım var. Kullandığı zirai ilaçlar , kullanılması gereken miktarları, toprak için kullandığı gübre hakkında bilgisi var mı onu da merak ediyorum.
Diyoruz ya pazardaki gıda tazedir, yerli tohum iyidir …
Acaba ekimin yapıldığı toprak kaç yıldır ilaçlanmaktadır. Hangi ilaçlar hangi miktarlarda kullanılmaktadır? Tarlayı sulamakta kullanılan suya herhangi bir kimyasal atık karışmakta mıdır?
Yani pazarlarda doğal ve ekolojik ürün denilerek satılan sebzeler aslında ne kadar doğal yetiştiriliyor sorgulamak gereklidir. Pahalı satılan gıda doğal ürün olmıyabiliyor ne yazık ki.
Pek çok ilçemizde yer alan Ziraat Odaları ne iş yaparlar merak ederim. Çiftçi karnını doyurabilmek için sabahın erken saatinden akşam hava kararana kadar durmadan çalışır durur. Kendini geliştirecek, yetiştirecek doğru düzgün bir altyapı olmadığı için de çoğu zaman başı sıkıştığı zaman konunun uzmanı olarak gördüğü merciilere giderler.Ancak yeterli bilgi ve desdeği alamadıklarından dert yanarlar,yetkililere anlamadıklarını söyleyemezler,çünkü yetkilinin başı kalabalık yeterli eleman yoktur,üreticiye nasıl anlamadım demiştir nasıl bir daha sorabilirki üretici.
Bahçemiz ağaçlar ve domateslerde bir sorun oldu ,benden sadece (“domatesten tane kökleyin buraya getir” dedi domates köküyle götürdüm bize söylenen zirai ilaç satan dükkana gidin oraya gösterin ilaç alın dendi o kadar.) Bu zirai ilaçları kimler satıyor biliyormusunuz? Bu konu çok önemli ayrı bir yazı gerektiriyor.Ziraat odalarında doğru çalışanları tenzih eder ve kutlarım,ama görevleri gerektiği gibi yapmıyanlarıda kınıyorum.
Bazı yörelerde ziraat oda çalışanları köylünün ayağına gitmesi gerekirken, köylüyü ayağına getirten ve sorunları masa başında değerlendirmeyi alıyorlar ve sorunu olan üreticilerde kendilerine göre cözüm yolu buluyorlar,komşu tarlanan kullandığı ilaçı veya hormonu alıp kendi tarlasında kullanıyor belkide kendi tarlasındaki değerler hepsi mevcut bunu düşünmüyorlar.Oysa tarladan toprak alıp analiz etirmesi lazım toprağında ne eksik ne fazla ona göre gübre,ilaç verilmesi lazım. Üreticiler masraf yaparak il veya ilçe gelen yetkililerden güler yüz ve ilgi bekliyor, sorunun cözümünü istiyor ,yağtığı masrafı geri kazanmak borçsuz yaşamak istiyor,tüccarın elinden kurtulmak istiyor. Yalnız kalan köylümüz, yalnız kalan insanımız.
Eğitim şart diyoruz ya,
Peki,
Kim eğitecek insanımızı?
GDO diyoruz ya, kaç tane çiftçi bulabiliriz önündeki bir kaç yıl sonra mahkum edileceği sistemin başrol oyuncusunu tanıyan?
Veya kaç üniversite mezunu eğitimli! kişi bulabiliriz gıdalardaki genetik değişikliğinin geleceğini ne denli olumsuz etkilerinin olacağını bilen!
Sahip çıkmalıyız bizim olan herşeye. Bilinçlenmeli ve birlik olmalıyız. Şimdinin insanı olmak yetmiyor geleceği de hesap edip bizden sonraki nesilleri de hesaba katabilmeliyiz.
Torunlarımıza yaşayabilecekleri temiz bir doğa bırakmalıyız.