
Anne ve baba’nın en değerli varlığı evlatlarıdır. Onları sağlıklı ve güvenli bir ortamda büyütmek isterler. Anne baba olmayı biz insanoğluna kimse öğretmez. Bir bakarsınız anne baba olmuşsunuz . Anneler hamilelik sürecinde, içgüdüsel olarak yaşayarak, bazen de zorlanarak öğrenir. Karnındaki çocuğunun doğal gelişimini yaşayarak evladı ile iletişim kurar ve ikisi birlikte büyür aslında. Babalar bu devrede doğal olarak duygusal bir gelişim yaşayamazlar. Çocuğu doğduktan sonra onu kucağına alan baba, o andan itibaren ilk duygusal yaklaşmada bulunur veya daha sonraları gerçek iletişime geçerler. Doğanın kanunu bunu gerektirir.
Aileler çocukları evde iken onları sağlıklı beslemeye özen gösterirler. Ailenin kültürü, geleneği, alışkanlıkları , gelir durumu veya tahsil durumu beslenme şeklini belirler. Ancak çocuklar okul çağına gelip evden çıktığı zaman beslenme alışkanlıkları konusunda daha dikkatli davranmak gerekir.
Gününüzün ekonomik şartlarında, bir ailenin geçimi sadece babanın geliri ile karşılanamadığı için, annelerin de çalışma hayatına atılmaları gerekiyor. Hal böyle olunca da evdeki çocuklar küçük yaşlardan itibaren kreş, yuva veya anaokullarına gönderiliyor. Tüm bunların sonucunda ise çocukların beslenmelerinin kontrolü evden çıkıp okullara geçmiş oluyor. İşte bu noktada her ebeveynin birer “Uğur Dündar” gibi olması, bazı şeyleri sorgulaması ve takipçi olması gerekmektedir.
– Okul yemekhanesinde çalışan aşçıların M.E.B. ( Milli Eğitim Bakanlığı) onaylı aşçı uzmanlık belgesi var mı?
– Çocuklara okul yiyecek menülerinde hazır gıda veriliyor mu?
– Çocuklara bir önceki pişirilen yemekler ertesi güne başka bir yemek yapımında kullanılacaksa hijyen koşullarda mı saklandı?
Siz belki çocuğunuzla birlikte yediğiniz her sofrada sağlıklı ve organik beslenmeye dikkat ediyor olabilirsiniz. Ancak çok büyük vakitlerini okulda geçiren çocuklar acaba beslenme konusunda sizin kadar bilinçli yöneticiler tarafından mı yönetiliyorlar? Aileler üzerine düşen görevi yapıp bu konuyu araştırıyor olsalar dahi, okul yönetiminin gerçek bilgileri velilere vermeyeceği de muhakkak. Pek çok okulda M.E.B. onaylı uzman aşçı sertifikası olmayan temizlik elemanlarının, mutfak ve yemek görevlisi olarak çalıştırıldığını biliyoruz.(İki senedir yaşadığımız gerçek.İlçe Milli Egitim Müdürün konu hakkında haberi olduğu halde.)
Bu konuda kızımın başından geçen bir olayı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Şaşırtıcı ama gerçek.
Torunumun okulunda tamamen yanmış ve simsiyah olmuş kurabiyeleri öğrencilerin önüne koyduklarına şahit olur olmaz yetkili kişiyle görüşmeye gittik. Ancak okul yetkilisi bu durumun her evde olabileceğinden bahsetti. Elbette her evde yanık kurabiye pişebilir. Ama hiç bir anne o yanık kurabiyeyi çocuğunun önüne yemesi için koymaz. Ayrıca yasak olmasına rağmen okulda çalıştırılan yemek görevlilerinin uzman olmadığı iletildiğine, 5 milyar verin de aldıralım uzman aşçıyı tavrı ile de bakış açısını açıkça ortaya koymuştıur.
Yetkilinin böylesine umursamaz tepkisi çok şaşırtıcı elbette. Konuyu takip amacı ile okulun bağlı olduğu ilçe Milli Eğitim Müdürüne gidip konuyu kendisine aktarmışlar. Ancak sanki sözbirliği etmişler gibi, o makama hiç yakışmayan bir üslupla, milli eğitim müdürü de olayın büyültüğünü, kurabiyelerin yanmasının çok normal olduğunu belirtmiş. Usta aşçılık belgesinin ise çok maliyet getirdiğini de eklemiş. İyi ama bu kuralı getiren zaten Milli Eğitim Bakanlığı’ nın kendisi. Ancak o kuralı tanımayan da kendisi. Bu nasıl bir iştir anlayamadık. Bir de mafya filimlerinde gördüğümüz tarzdaki tavsiyeleri olmuş ki; “Bu meseleyi uzatmayın, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ ne gitmeye kalkmayın. Olan çocuğunuza olur! ” …
Yani anneler ve babalar; Çocuğunuzun okullardaki sağlıksız gıdaları yadırgamamalarını istiyorsanız demek ki evde de yanık provaları yapmanız gerekmektedir. Günümüz beslenme şartları böyleymiş!
Yani diyeceğim şu ki, eskiden benim çocuklarımın okulundaki bir aksaklığı dile getirdiğimiz zaman okul yönetimi ile birlikte çözüm bulmaya çalışırdık.
İdareci can kulağı ile veli ne demek istiyor diye sorunu dinler ve araştırırdı, idareciler peşinen savunmaya geçmezlerdi. Çünkü kendilerine güvenirlerdir, samimi olarak emek verirlerdi.
İşyerinde birilerine yaranmak için görevlerini ifa etmezlerdi. Vicdan sahibi, Allah’ tan korkan, örf, adet, geleneklere saygılı, örnek insanlardı. Hepsi öğretmen okulu mezunu idi . Şimdi okullarda oyunun kuralları değişmiş. Bu taraf ve öbür taraf var. Ve öbür tarafın tüm üyeleri söz birliği etmişçesine kendi yanlışlarını da örtbas ediyorlar. Evet bunu çok iyi beceriyorlar. Günümüzde suçlunun , yalancının, dolandırıcının bir şekilde kendi kendini aklama mekanizmasının altında yatan da bu sistem ve bu sistemin işleyişinin tıkır tıkır işletilmesinde sanırım.
Olan yine diğer tarafta kalanlara oluyor diyemeyeceğim. Çünkü ortada bir yanlışlık var ise birlik olmayı bir türlü beceremeyen bir toplumuz. Her koyun kendi bacağından asılıp duruyor, parça pinçik oluyoruz. Dahası okulda 6 yaşındaki ufacık çocuklara reçel yapmayı öğreten veliler şeker pancarından üretilmemiş, GDO‘lu Mısırdan mı üretilmiş şeker olduğunu paketleri üzerinde yazmayan şirketin şekerleri kullanmakta hiç bir sakınca görmediler, gerekceleri ise GDO neymiş birşey olmaz mantığı idi.
İlim ve irfan yuvası olan okullarımızda çocuklarımızın görsel eğitimi için yapılan bu reçel kaç haneye girdi ve hangi veli reçelin nasıl bir şekerle yapıldığını sorguladı merak ediyorum!
Cehalet mi demek lazım, vurdumduymazlık mı. Yahu ne oldu bize böyle???