1947 yılında Amerika-Türkiye arasında imzalanan ikili antlaşmalar sonrasında 1948-51 yılları arasında toplumu dönüştüren ve değiştiren toplum mühendisliği çalışmalarının ilk adımları atılmıştı. Marshall yardımları adı altında, öncelikle çocuklardan başladılar, içinde ne olduğunu bilmediğimiz süt tozu gönderdiler, yetkililer de süt tozundan süt yaparak çocuklara içirdiler. Oysa ki biz tarım ve hayvancılık ile uğraşan bir toplumduk.
Ve sonra gerisi geldi.

Sinema sektörüne el attılar, o dönemin medya gücü sinemaydı çünkü. Sigarası elinden düşmeyen jönler yaratıldı ve sokaklarda tiryakiler erkekliklerini sigara ile ispatlar oldular. Genç kızlar ise Kezban iken kendinden utanıp güzelleşti ve zengin koca buldu filimlerde. Son model arabalar ve yalılarda çekilen eski Türk filimleri ile günümüzdeki dizilerde kullanılan metanın benzer amaca hizmet ediyor olması da kimseyi şaşırtmamalı. Televizyon başından kalkmayıp bu oyunun piyonu olmaya gönülden razı olanlara diyecek laf olamaz elbette. Ancak aptal kutusu televizyon eskiden sinema sektörünü elinde tutanlar tarafından yönetildiği sürece toplumun dönüştürülmesi de ne yazık ki bireylerin kendi iradesinde olamayacaktır.

Ve bu kadar iyilikten, bedava peynirden ve süt tozundan sonra bir de traktör almamız için kredi verdiler. Ama bir şartla, sadece onların istediği tarım ürünlerini ekecektik. Verimli topraklarımız işte bu şekilde hadım edilmeye başlamıştı.
Devamlı iyilik yapan Amerika yetkilileri Türkiye’den kendilerini radyo ve sinemada övmemizi istediler. Eski Türk filmlerindeki benzer senaryoları hatırlayacak olursak; Kezban köyünden çıkıp şehre gelmiştir, zengin ve yakışıklı delikanlı o kadar güzel kız dururken Kezban’ı beğenir, ama Kezban’ın delikanlının batılı yaşantısına ayak uydurması gereklidir. Kezban birden dersler almaya ve başında kitap taşıyarak yürümeyi öğrenmeye başlar. Sanki şehirde yaşayan herkes başında kitapla yürümeyi öğrenmiş gibi!
Konu o kadar basit ve trajik ki, yüreğinde vicdan olmayan ve vatanına ihanet eden siyasilerin yaptıklarını öğrenince insan bin kez yaralanıyor yüreğinden.
İkili antlaşmalar yapıldıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden bir başka istekleri de oluyor Amerikalı yetkililerin. 2. Dünya Savaşı’nda kendilerinde olan enkazları satın almamızı istediler. Ancak bu ezkazların parasını yine Amerikan bankalarından aldığımız krediler ile almamız şartı koşuldu. Oysa ki devlet hazinesinde o dönemde fazlasıyla para varmış. Onlardan çöp alacağız ve yine onlardan borç para alarak yapacağız bu işi. Devletin parası varken borç almışlar, peki ne için? Çöp almak için. Dönemin siyasileri böylesine bir ihanete imza atmışlar. Hani dış borç der dururuz ya, işte o borçlar bu çöpleri alırken kullandığımız kredinin faizleri sonrası büyüyen borçlar.
İşte bu yüzden devletin çocuklara dağıttığı sütleri içmemek gerek, ne olur ne olmaz!