Taptaze
Anasayfa » OKUYUN » Makaleler » Türkçenin mutfakta hatalı kullanımı

Türkçenin mutfakta hatalı kullanımı

BYE BYE TÜRKÇE-Oktay Sinanoğlu
BYE BYE TÜRKÇE-Oktay Sinanoğlu

İnternet’teki günlük yazılarımda pek çok kez değindiğim gibi, Türkçemizin katledilmesi konusu yemek sektöründe de hızla sürmektedir. Bunun en somut örneğini “cafe” olarak yazılan mekânlarda görülüyor. Sokakta birine “cafe” yazısını gösterip okumasını söylerseniz, çoğunluğu “kafe” olarak okuyacaktır eminim. Yani işletme sahipleri de müşteriler de “bir şey cafe” yazan bir mekânı “bir şey kafe” olarak okuyor. Oysa ki Türkçe yazıldığı gibi okunan bir dildir. Peki, yabancı kelimeyi yazıldığı gibi okumayıp da, kelimenin geldiği kültürdeki biçimde telaffuz ediyor isek ne olur? Toplumların bir arada kalmasını, iletişim kurmasını böylece kültür inşa etmesini sağlayan en temel harç olan dil yozlaşır. Harcın çürümesi de üstündeki tüm değerler için yıkım anlamına gelir. Milletlerin konuştuğu diller, toplumlar etkileşime geçtikleri zaman birbirlerinden kelime alışverişi yapabilirler, buna diyeceğimiz yok elbette. Ancak, temel dil yapısını bozarak bir takım değişimler meydana geliyor ise o zaman her birimizin ses çıkartması ve tepki vermesi gereklidir.

“Aş” yani yemek kelimesinden türemiş aşçı yemek pişiren kişi anlamındadır. Ancak günümüzde aşçılık mesleğini sürdüren kişiler ne yazık ki “aşçı” kelimesini beğenmemektedirler. Gittiğiniz pek çok otelde veya lokantada, aşçı önlüğünün yakasında yazan “chef” kelimesini görmüşsünüzdür. Bu da yetmez, kimi aşçı “executive chef” kelimesini yakıştırır kendine. Sorduğunuz zaman anlamlarını bilmeyenler çıkabilir içlerinden. Aşçı kelimesini küçümseyip, chef unvanı ile kendini yücelten! Kimi aşçı ise çok sık yurtdışına gittiğini ifade ederek bu komediye kılıf uydurma cüretini gösteriyor, daha da komik oluyorlar. İstanbul’un hiç turist uğramaz yerindeki bir lokantaya gittiğinizde dahi elinize tutuşturulan yemek listesindeki yemek isimlerinin İngilizce yazıldığına tanık olabilirsiniz. Düşünün ve kendinizi yurdumuza gelen bir turistin yerine koyun. Siz İngiltere’ye gitmiş olun. Her gittiğiniz yerde Türkçe isimler görseniz, konuşmalar duysanız gururlanmaz mısınız? Ve İngiliz insanının ezikliğinden dolayı mideniz bulanmaz mı? Kendi dillerini bırakıp bizim dilimizde konuşarak böbürlendiklerini görseniz onlarla alay etmez misiniz? Dışarıdan bakılınca işte böyle gülünç görünüyoruz.

Vatan topraklarımızı Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, değerli silah arkadaşları ve atalarımız sayesinde kurtarmışız. Ancak şimdi kendi ellerimiz ile onu aynı düşmana tepsi ile sunmuyor muyuz?

Geleneksel yiyeceğimiz olan “simit” için “Turkish baggle” demek niye? “Karnıyarık” için “Eggplant with meat” demek de aynı derecede anlamsız. Konu yemek sektöründe Türkçenin yozlaştırılması konusu değildir elbette. Toplumun her kesiminde hatalar uzun süredir devam etmektedir. Bebeklerin ve çocukların kıyafetlerinde ne yazık ki
tüm yazılar İngilizcedir. Türkçe yazan kıyafet ararsanız bulamazsınız, denemeyin ben çok denedim. Tüketici olarak İngilizce yazılı kıyafetlerin satılacağını düşünen tekstilciler, İngilizce yemek ismi yazan lokanta sahiplerinden hiç de farklı düşünmüyorlar, aynı pencereden bakıyorlar dünyaya. İnsanlar İngilizce yazınca daha havalı olacağını düşünerek gelirler, alırlar, yerler, yaparlar, okurlar, ederler deyip duruyorlar. Bir de yemek yarışmalarında veya aşçıların sunumlarında yemeklerin adlarını yazarken kullandıkları yanlış dil yapısına da değinmeden geçemem. “Levrek, Rizotto Yatağında Badem Sütü ve limon sosu ile” şeklinde yazdıkları zaman o yemeğe fazladan bir özellik veya yenilik katıyor olduklarını sanıyorlar zannedersem. Oysaki “Sulu pirinç yatağı içinde badem sütü ve limon sosu ile tatlandırılmış levrek” denildiği
zaman hem daha anlaşılır hem de Türkçemize uygun olarak söylenmiş oluyor. Cümlenin yapısı ters çevrilince İngilizce’deki anlatıma bire bir uyduğu için bu hatalar yapılıyor olabilir. Hem de bu hataları sadece İngilizce bilmeyenler değil İngilizce bildiğini söyleyenler de yapıyor. Sorgulamadan, düşünmeden önceden yapılagelen hataları tekrarlamak ve bunun yanında yarışmalarda “özgün” olarak ödül almaya çalışmak birbirine zıt düşmektedir. Her türlü taklitçilik bir kenarda bırakılmadıkça,
kendi kültürünü öğrenmeden yabancı kültürler özümsenmeye çalışılınca bir yere varılamaz.
Bu konunun önemini bizlere hatırlatan değerli bilim insanı Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’ nun yazmış olduğu “Bye Bye Türkçe” adlı kitap her Türk genci tarafından okunmalıdır. Toplumun genelini ilgilendiren konularda hatalar özellikle okumuş cahiller tarafından yapılınca daha sıkıntılı sonuçlara yol açıyor. Gün geçmiyor ki bir gazete köşesinde yazan biri “Türk mutfağının özünü koruyarak çağdaş sunuma kavuşturma” cümlesinin yer aldığı bir yazı yazmasın. Yazının içinde böylesine bir iddia yer alıyor ise öncelikle çağdaş sunumun ne olduğunun tanımlanması gereklidir. Neticede sanat akımında çağdaşlık olabilir. Ancak yemek sunumu konusunda özünü koruyarak çağdaş olma kavramı neleri içerir onu pek çözemedim. Geleneksel yemeklerimizi kayıt altına alma fikrini bir kenara bırakıyorlar da, kendi egolarını tatmin etmek için değişiklik peşinde koşarak ortaya yeni ama garip fikirler ortaya atıyorlar. Hatta bazen bu fikirleri bir etkinlik düzenleyerek yaymak peşinde de koşabiliyorlar.

Sonuç olarak; toplum olarak bireylerin zihinlerinden ziyade ruhlarına işlemiş olan bu yozlaşma ve şuur kaybı uzun yıllardır ağlarını örmektedir. O ağı yırtmak, örüldüğü süreç kadar zor olmayacaktır. Yeter ki farkında olalım, çevremizde olan biten her şeyi gözlemleyip sorgulayalım, sadece dizilerle ve yarışmalar ile bizlere dayatılan yalan dünyanın esiri olmayalım.

Kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ ilk olarak “ikra” yani “oku” buyurmuş bizlere. Dinimizin ilk şartı hayat felsefemiz olmalıdır. Kitap okumak dışında, olayları ve insanları da okumalıyız. Hayatı okumak,gerçekleri sorgulayarak anlamaya çalışmayı gerektirir. Sadece bize sunulan şeylerle yetinirsek, Allah’ın bize verdiği aklı kullanamayacak hâle geliriz, önemli değişimler ve toplumun başına kötü şeyler geldiği zaman tepki veremeyiz, boş gözlerle bakarız dünyaya. Dünyada kültür yozlaştırılma çabaları sadece bizim ülkemize yönelik değil elbette. Emperyalist devletler silahla ele geçirmeyi düşünmediği devletleri, daha sağlam olacağını düşündüğünden olsa gerek, planlanmış çeşitli toplum mühendisliği çalışmaları ile kültür değerlerini yıpratarak ele geçirmekteler. Toplumlar için bir diğer tehlike ise genetiği ile oynanmış gıdaların sofralara gelmesidir. Türkiye Cumhuriyet’i kuruluş döneminin başında sanayi atılımlar yapmaya çalışsa dahi 1938 yılından sonra, tarım ülkesi konumuna getirilmiş. Sanayiden geri kaldığımız için de, birçok konuda dışa bağımlı hâle gelmişiz. Örneğin, yerli üretim olan kaliteli bir arabanın olmaması dolayısıyla, büyük miktarlarda
milli servetimiz dışarıya akmaktadır. Veya daha pek çok örnek verilebilir bu konuda. Tarım ülkesi olarak, yurt dışından alınan krediler ile traktörler alınmış ancak bu traktörlerle yapılan antlaşmalar yüzünden sadece izin verilen ürünler ekilebilmiş. Yakın geçmişe tarım toplumu olarak gelsek de, özellikle 1982 sonrasında, büyük kentlere göçün artması ve yanlış tarım politikaları yüzünden çiftçinin beli bükülmüş durumdadır. Geçim sıkıntısı çeken çiftçiler yaşlandıklarında tarlalarını ekmeyi bırakacaklarından, genç nüfusun da büyük şehirlerde yaşıyor olmasından dolayı tarlaların da çöllere dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir.

Günümüzde “tarım toplumu” olma özelliğimizi de kaybetme aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Kitabın son bölümüne, İnternet sitemizde yıllardır çeşitli konularda
yazdığım günlük yazılarımdan bazılarını ekledim. Yaşamımın tüm kesitini yemek konusunu merkeze alarak sizlere anlatmaya çalıştım. Umarım hayatımın içinde bende iz bırakan tüm yemek hikâyeleri, özellikle gençler tarafından okunur ve onlar da bu mirası emanet olarak alarak kendilerinden sonraki nesillere aktarmak için ellerinden geleni yaparlar. Bilinen bir atalar sözümüzle kitabımı sonlandırmak istiyorum: ”Geçmişini bilmeyenin geleceği de olmaz”. Atalar ne söylemişlerse doğru söylemişlerdir.

Şuna da bak

Aksaray Mutfak Kültürü ve Yöresel Yemekleri

Yayınevi : Aksaray Valiliği, 2018 Aksaray’ın mutfak kültürünü araştırmaya başladığım ilk günlerde kimle konuştuysam herkesten …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir